duygu israfı

geçenlerde çok hoş bir derse katıldım ve anlatılan konu beni bam telimden vurdu. dersde hocamız duygularımızı israf ettiğimizden söz ediyordu. dinledikten sonra biraz üzerine düşününce zihnimde şu cümle yankılandı: ” rabbim duygularımızın da rabbidir.”

duygularımızı nerde nasıl kullanacağımızı bize anlatıyor dininde. batı özentisi insanlar gibi ben hümanistim ayy savaş mı diye ortada dolanmamızı istemiyor. insanın makul zeminde, yerinde ve dozunda içinde yer alacağının. gerçekliğini dinimiz bize anlatıyor.

insanın içinde bir çok duygu var bunları doğru yerde, doğru zamanda, doğru yerde kullanmazsak buda duygu israfı oluyor. her israf gibi bu durumda bizi mütedl çizgiden ifrat ya da tefrite savuru verir.

peki Allah bizim duygularımız hakkında bize ne diyor?

sevgi

nefret

özlem

hüzün

cesaret

kızgınlık

mahcupluk

nedamet

hırs

imrenme

kıskanma

haset

ve daha bir çok duygu içimizde yer alıyor ve bu duyguların bir çoğunun doğru kullanılacak alanları var.

yaşadıklarımızın iç dünyasında ki yansımasına duygu deniliyor. peki biz neyi içimize nasıl yansıtacağız..duygularımızı kontrol etmek elimizde bunu Kuran’da geçen kıssalardan anlıyoruz. modern dünya duyguların esiri olmamızı istese aslınsa insn duygularını bir nebzeye kadar kontrol edebilir.

el Vera Vel bera diye bir kavram var İslam’da. Allah için sevmek ve Allah için bugz etmek demek.

sevgimizi ve nefretimizi doğru yere kanalize etmezsek, kalbimizi harabeye çevirip içine olur olmaz şeyleri doldurup, asıl olması gerekenlere yer bırakmaya bılırız .bazı şeyler yan yana tabiatları gereği gelmezler. kalbimize öyle şeyler sokarız ki asıl orda olmasını istediklerimiz oraya girmek istemez.

bu kavramla anlatmak istediğim Allah bizim neyi sevim neyi sevmeyeceğimize dair bir rota çizmiş.

kâfirleri, zalimleri, İslam düşmanlarını, müslümanlara zülmedenleri, müslümanları sevmeyenleri bizde sevmeyeceğiz. bunu Allah rızası için yapacağız.

mümin kardeşlerimizi Allah rızası için seveceğiz. “iman etmedikçe cennete giremezsiniz, mümin kardeşini sevmedikçe gerçek iman etmiş olmazsınız.” hadisi şerifi gereği mümin kardeşimiz seveceğiz. ona iyiliği tavsşye edip, kötüden ise uzaklaştırmaya çalışacağız.  akrabalarımızu, ailemizi Allah için seveceğiz. dostlarımızı Allah için sevip, onları ziyaret edeceğiz. bunlar hadislerde bize tavsiye edilen şeyler.

Çocuklarınızı üç hususta yetiştirin: Peygamber sevgisi, Ehl-i Beyt sevgisi ve Kur’ân kıraati… Çünkü hamele-i Kur’ân (Kur’ân’ı öğrenen, öğreten ve bu yolda hizmet edenler), hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyâmet gününde, peygamberler ve Hak dostları ile birlikte Arş’ın gölgesindedirler.” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, I, 226)bu

hadis bize kimi sevmemiz gerektiğini gösteriyor. Allah Resulü ve ashabını çok sevmemiz gerekiyor. Allah dostlarını, hayatını İslam’a İslam’a adamış insanları sevmemiz gerekiyor.

doğayı, bulutları, denizi bize rabbimizi tefekkür ettiren ne varsa onları severek kalbimize rikkat kazandıra biliriz.

insan neyle kalbi beraberlik kurarsa beraberinde zihni beranerlik de kurmaya başlar.

peki neleri sevmeyeceğiz? mesela zalim İngilizleri, Fransızları, italyanları, İsrail’i, amerikayı sevmemeliyiz.bu ülkeler yıllarca müslüman beldeleri sömürdüler ve kanlar döktüler..

nesli ifsad etmeyi vazife haline getirmiş lgbtyi sevmeyeceğiz mesela.

Allah’ın haramlarını sevmeyeceğiz mesela dünya ve dünyalık ile aramıza mesafe koyacağız.

sevmemiz gerekenleri sevmeyip, sevmemiz gerekenlere kin duymadıkça duygular birbirine karışıyor.

anne babamızı, ülkemizi sevmemiz gerekir iken biz sureklı bizi.iyi yetişmediğini iddia ederek ailemize nefret kusuyoruz. ülkemizi geride görüp ondan nefret eder hale geliyoruz. o zaman zalim ülkeleri gözümüzde büyütüp onlara karşı sevgi beslemeye başlıyoruz.

asıl sevmemiz gerekenleri sevmedikçe basit ve ucube şeyler kalbimizde tahta oturuyor. ve kalbimizin tüm dengesi bozuluyor.

din duşmanlarına nefret duymamız gerekirken biz kendimizi onlara hayranlık beslerken buluyoruz

ömrünü Islam yolunda sarf eden, naif, ahlaklı insanlara özenip, imranip onlar gibi olmaya çalışırken ; kendimizi tek derdi link verip para kazanmak olan fonomenleri takip ederken buluyoruz.

eğer ki duygular yerli yerinde oturmazsa bşr defa kalp ve ruh daralmaya başlıyor. sonrasında duygular birbirine karışıyor.

mümin kardeşinden, ailesinden nefret eden, ülkesini sevmeyen, ömrğnde kafasını kaldırıp gökyüzüne bakmamış mutsuz, doyumsuz insanlara dönüşüyoruz

öte yandan düşmanına aşık insanlar aramızd geziyor.

doğru yere doğru duyguları koyarsak ruh ve beden sağlığımızda iyikeşmeler olacak ve kalbimiz sekineye erecektir ınsaallah

duygularımın yol gösterici de opeygamberim sallahu aleyhu ve sellemdir..

duygularımızı öyle yanlış yerlerde, öyle hatalı dozlarda harcıyoruz ki lazım oldugu zaman duygu kalmıyor. hayret duygumuzu sabah programlarında, hüznümüzü bayram şekeri reklamlarında, öfkemizi siyasette harap ediyoruz. arkadaşlıklara fazla mana yükleyip yoğun duygular yaşıyoruz. bu duygular bizi yoruyor. öfkemiz olması gereken yerde değil. mesela bizler artk bir bilekliğe vurula biliyoruz, tabağımız kırılınca ahh ben ölseydim diyebiliyoruz..kötü örnekleri çoğaltmak istemiyorum..burs parasından ayırıp yoklukda dahi sadaka vermeye çalışan kardeşlerimizden örnek vermek daha doğru olur. mesela kitaplarımı, kuranımı, şifami çok seviyorum..gökyüzüne bakmayı, bulutlara bakmayı, Osmanlı’dan kalma camileri ziyaret etmeyi çok seviyorum. günah yuvasına dönmüş cafelerden nefret ediyorum, sokaklarda ahlaka mupayir hareketleri sevmiyorum. insanların kendini kapatmasını, hayata kusmelerini seyretmeyi sevmiyorum. tek derdi para ve yarışmak olan insanları sevmiyorum. yıllarca duygularımı o kadar yanlış kullandım ki ve hala da kullanıyorum ki nasıl bir yorgunluk oldugunu çok iyi biliyorum.

allah kimseyi gözünün gördüğünün gerisine düşürmesin

bu cümleyi bir çok insansan duydum, bir çok kitapta da okudum. alimlerin allaha sığındıgı bir durum gözünün gördüğünün gerisine düşmek. bende bu duayı yapardım ama nedense aklıma hem maddi durumlar gelmiş bu söz ile. halbuki insan manevi durumlar ile de gözünün gördüğünün gerisine düşe bilirmiş yaşayınca anladım. ve anlamaya başladıkça bu konuyla ilgili durumlar dikkatımı çekmeye başlayınca bir çok farklı örnekle karşılaşmış oldum. bu yazıda bu durumlardan bahsetmek istiyorum.

öğrenmeyi küçük yaşımdan beri çok severim. çocukken internet olmadığı için sağlık ansiklopedisini okurdum. daha sonra internetin yaygınlaşması ile forum okuyucusu oldum. devamında sosyla medya araçlarının ağı genişledikçe sürekli yazarları takip eden, sürekli yeni şeyler öğrenen biri olarak bu ağlardan da öğrenmeye devam ettim. şuanda sosyal hesaplarımda da iki üç yakın arkadaşım dışında şahsen tanıdıgım kimseyi takip etmem. youtube ve posdcads benim en sevdiğim mecra. türkçesi düzgün. entellektüel seviyesi yüksek, derdi olan, bilgisi olan insanlara kolayca ulaşa bildiğim araçlar. bu kanallar yoluyla normalde yüzyüze dinleme imkanı bulamadığım bir çok kişiyi dinleme fırsatı buldum buluyorum.

tüm bunların yanı sıra kitaplar benimiçin dost, arkadaş, evlat ve hoca oldular. bir çok türde kitabı çapraz okuma ile okuyorum. kütüphaneler, sahaflar ve internet kitap satışıları ile bir çok yayına hızlı ve uygun fiyata ulaşıyorum. tabi ki entellektüel gelişim için dergiler olmazsa olmazdır. zamanında, daha türkiyede basılı medya tek elde toplanmamışken sıkı takip ettiğim dergiler vardı. dergi okumak kitap okumakdan daha cokşey katar insana. dergide bir çok farklı konuda, bir çok insan yazdıgı için dergi okumadan ilerlemek çok zor. kitap genelde bir iki ana konu çercevesinde bir yazarın fıkırlerını ortaya koyar. dergi daha çok yazar, daha çok fikir demektir.dergi kültüren dünyada insana mihmandarlık yapar.

tüm bunların yanında derslere, konferanslara gitmek insanı geliştiri, kendi gibi insanlarla tanışmasını sağlar, canlı kanlı okudugu insanları dinler ve onların gündelik hallerine tanıklık eder. insnların insanlar ile olan ilişkisine tanıklık etmek o kişiyi okumak kadar fayda sağlayan bir durumdur. o derslerin feyzi, bereketi, neşesi çok daha farklıdır. islam dini sohbet kültürü ile bugüne gelmiştir. o halkalara dahil olmak sizin dün ile olan irtibatınıı güçlendirir ve tahayyülünüzü canlı tutar.

bu dersleri o kadar çok severdim ki yemez içmez yol ve ders ücreti için para bırıktırırdım.çevremdeki arkadaşlarımı götürürdüm, yada zaten oralardan edinmiştim arkadaşlarımı. ilmin zevki, insana vediği lezzeti ben başka hiç bişeyde görmedim. birde tabi ki bu derslere gelen insanlar belli bir seviyede oluyorlar. eğitimleri, dünya görüşleri, entellektüel seviyeleri, okuma kültürleri, türkçeye, dine hakimiyetleri ileri insanlar olduğu için o ortada olmak, beraber ders dinlemek, sohbet etmek zevk veriyordu.

evlenen kadar kar kış demeden, her koşulda bu derslere devam ettim. evlenince eşimin çeşitli bahaneler ile izn vermemesi sebebi ile devam etmedim bu durumbende çok büyük bir yıkıma sebep oldu.çok üzüldüm, kendimi eve kapattım, kg aldım. okumaya ve dinlemeye devam ettim ama kendşmi kapatmak beni yanlızlığa itti. oturuduğum muhitte ve akraba çevresinde diploma seviyesi yüksek olsada eğitim seviyi düşük olduğu için çok zorluk çektim. onlara göre benim okumalarımın, dinlemelerimin hiç bir anlamı yok.çok rahat eleştiriyorlar, hatta belki hakaret ediyorlar. okuduğum, dinlediğim konuları anlamıyorlar, eleştiriyorlar o konuları onlar ile konuşmam ise mümkün değil. tabiki kendi arkadaşlarımile konuşuyorum onları hiç bırakamadım.maruz kaldığım insanlar beni çok çok yordu.

ben insanların tebrik ettiği ve fikirlerine önem verdiği biri iken sözleri değersiz birine dönüştüm.tabi ki kendimi böyle görmüyorum ama onların gözünde buyum.ne söylesem saçma onlara göre. her lafı ağzıma tıkıyorlar. gözümün gördüğünün gerisine düştüm ve bu o kadar açı bir durummuş ki yaşayınca anladım.

yaptığm herşeye boş ve anlamsız diyorlar. okuduklarımın faydası yokmuş çunku ben onların istediği insan değilmişim.onların istediği insan olmadıkçada okumamın, derse gitmemin hatta ibadet etmemin bile anlamı yokmuş.

kalbim, ruhum o kadar çok yoruldu ki ben bu yaşıma kadar bu kadar kötü bir ruh hali yaşamamıştım. bunu bir imtihan olarak görüyorum ve tez zamanda sona ermesini bu insanların çevrenden uzaklaşmasını allahdan diliyorum.

insan için yemek, barınmak, uyumak nasıl bir ihtiyaçsa; anlaşılmak, kiymet görmek de o kadar ihtiyaç. birileri sizi sürekli sizi aşağılıyım, eleştirirken güçlü kalamıyorsunuz. kırılıyorsunu, zayıf düşüyorsunuz. kendinizde yürüyecek güç bulamadığınız için yapma iştahı da içinizen çekiliyor.

ben gözümün gördüğünün gerisine düştüm. kırıldım, yoruldum. kaba ve cahil insanların beni ezmeye çalıştıkları bir yerde hayatta kalmaya çalıştım. hayatta kaldım ama çok da yara aldım. bundan sonraki hayatımda her daim hayır ile ilim meclislerinde olmayı rabbiimden niyaz ediyorum amin.

bir hekimin yıllarca insanlara hizmet ettiğini ve insanların ona muhtaç olduğunu ve ona teşekkürler ettiğini ve sonra bu kişinin emekli olunca hiç eğer görmeyen birine dnüştüğünü düşünün.insanlar sırf bu kırıcı , ağır yüke maruz kalmamak için çok yaşlansa dahi çalışıyor.

askeriyeden emeklı olan insanlar lojman dışında bir hayat süremelerinin sebebide buymuş. o kişilerin lojman dışında artık sıfatları yok ve alıştıkları davranışları göremeyşnce kırılıyorlar ve bu sebeple lojmanlarında ölmeyi bekliyorlar. yaşlı emeklı insanların derin deprosyona girme sebepleri de bu. artık kendilerini işe yaramaz hissediyorlar,insanlar bile isteye bunu hissettiryorlar. ben bu durumu çok genç yaşımda yaşadım. çok çok kırıldım. hayatımda olmadığım kilolara çıktım sebei yaşadığım gönül yorgunluğu. hayatımın bir bölümünün böyle olacağını hayal dahi edemezdim.

hakim’in yolculuğu

uzun zamandır okumak için can attığım bir dizi kitapdı.

çok pahalı oldugu için anlamamıştım ama Kasım indirimleri ile aldım ve 2 günde 3 kitap bitti.

öncelikle yayınevine çok teşekkür ediyorum, bu kitabı, bu güzellikde, bu kalitede çevirdikleri için. baskısı, çevirisi, kağıt kalitesi harika. kitabın çizimleri, öyküsü çok çok güzel ve akıcı idi.

kitap Suriye’de yaşayan hakimin hayatını anlatarak başıyor hakimin hayatı normal devam ederken savaş başlıyor ve ardı arkası kesilmeyen eylemler ve rejimin baskısı ile hayat çekilmez hale geliyor.. hakim bşr yaralıyı arabasına aldığı için hapisde işkence görünce ülkeden ayrılmaya karar veriyor. Şam, Ürdün, Lübnan,Türkiye, Yunanistan ,makadonya, macresitan, Avusturya, İsviçre ve Fransa’da ailesine kavuştuğu bir hikaye hakim Türkiye’de evleniyor ve çocuğu oluyor. hikayeyi daha fazla anlatmayyaıö ve bana hissetirdiklerinden bahsedeyim.

öncelikle mülteci olmak nedir? bir insanın ülkesinde savaş çıkma

yakın zamanda desen yayınlarından çıkan, dünyanın farklı yerlerinden çevrilmiş olan bu üç kitabı okudum..

üçüde çizgi roman ve bazı hastalıkların ruhsal etkisini, toplumdaki karşılığını anlatıyor.

çevirisi, baskısı, kağıt kalitesi, çizimleri, öyküleri çok çok güzeldi.

gerçekten anlatılan hastalıkla neler yaşadıklarını anlıyorsunuz. onların gözünden, onlarla beraber o yaşama şahitlik ediyorsunuz.

parantez kitabı Enes hastası genç bir kadını anlatıyor.

kırışıklıklar alzaymır hastası huzur evine gönderilen ileri yaşlı bir erkeği anlatıyor.

ormandan çıkış kitabı ise ağır deprosyon yaşayan bir erkeği anlatıyor.

kitapları okurken yanı başımızda olan olayları aslında göremdiğimizi, ayrıntısını bilmediğimiz fark ettim.birileri bişeyler yaşıyor ama biz ayrıntısını bilmiyoruz. sosyal medyada sürekli harika hayatlar anlatılırken hayatına hastalıkla küçük bir parantez açan insanların sesini duyuyorsunuz, başarılarına, mücadelelerine şahit oluyorsunuz. hastalığı yenme kavmanı doğru bulmuyorum ama hastalığı yaşarken mücadele etme kavramını daha sağlıklı buluyorum.

bedenlerimiz gibi ruhumuzun da hasta olabileceğini bize anlatıyor. bazen vücudumuza sözümüzün geçmediğini, bizi dinlemediğini anlatıyor.

özellikle deprosyonun anlatıldığı kitap da ruhsal sıkıntılara her coğrafyada nasıl da değersiz,önemsiz bakıldıgını görüyorsunuz. kanser isen hastasın ama ruhsal bir rahatsızlığın varsa bu gereksiz bir durum veya abartılıyor veya kişi kendi başına hallede bilir gözüyle bakılıyor..m

maleseg bizim toplumumuzda ruhsal hastalıklar hiç görülmüyor. psikologa gitmek ayıp olarak görülüyor. ruhsal hastalıkları imanımız ile, ibadet ile alabileceğimiz düşünülüyor. müslüman deprosyona girmez deniliyor ama biz cok dindar insanlarında deprosyona girdiğini görüyoruz. kaldı ki bazı psikolojik hastalıkların netolojik ve biyolojik tarafı baskın oluyor. bu kitaplar ile yaşaya karın neler yaşadığını bir nebze anlamak mümkün.b

bu hastalıkları yaşayanlar da bu kitapları okurlarsa bir nebze yanlız olmadıklarının ve sürecin nasıl ilerleyeceğini sonunda aslında iyileşme bilinileceğini görme imkanına sahip olurlar. bence okunmalı ve çizgi roman çok daha fazla kitap yazılmalı.

ruhlarımızda bedenlerimiz gibi hasta olabilir. bugün başımıza gelmemiş bu durumun yarın başımıza gelmeyeceğini hiç bir garantisi yok. hatta şuan tanı konulmamış rahatsızlıkları yaşıyor olabılırız

ruhlarımız bazen çok yoruluyor, yaşadığı durum altında eziliyor. muhakkak ki allah kimseye taşımayacağı yük yüklemez. biz kendimiz neyi nasıl yapacağımızı şaşırıyor olabılıriz. bazen bir anlam kargaşası yaşaya biliriz. bunlar insan hayatında çok olagan durumlar.

boykot

son aylarda başlayan Gazze tufanı ile gözlerimizi Gazze’ye çevirdik..yğreğimiz paramparça. bende bu konuda birşeyler söylemek istiyorum.

öncelikle böyle zamanlarda insanlar ikiye ayrılıyor: : sadece izleyenler, elinden geleni yapanlar..

cüzler dağıtıldı, kermesler yapıldı, boykot çağrıları yapıldı, kudus tarihi anlatıldı. hatta geçen twtrd rast geldim. bir hanımefendi kudus tarihi anlatılmasındna rahatsızmış.bizi ateşleyecek konuşmalar yapılmalıymış..hamaset dolu, duygularını ayağa kaldıran konuşmaları çok seviyoruz ama malesef ki duygular çabuk harekete geçer , çabuk söner unutuyoruz.

konunun bazı tarafları artık sulandırılmaya başlandı..mesela kassam tugayı sözcusunun evli olduğunu duyup, üzülen kızlar işi sulandırdı. kassma tugaylarını ilk defa duyan ibsnalr için yoldaki mühendis kitap serisini tavsiye ederim. ne acı ki orada yıllardır kanayan bir tara var ve biz orası hakkında çok çok az şey biliyoruz. Haması duygularımız fazla ama bilgimiz az. 2 saatlık dersi dinleyemiyoruz, 200 sayfa kitabı okuyamıyorum ama ümmetin en güçlü halkası olarak kendimizi sayıyoruz. yanılıyoruz. ümmetin en zayıf halkası biziz aslında. şımarık, konfor düşkünü, bilgisiz bir toplum haline geldik.

tarih bilgimiz zayıf, ekonomi, faiz, dünya sistemi hakkında da bilgimiz yok malesef. insanlar troy kartla yeni tanıştılar. bankacılık sistemini yeni fark ettiler. acı olanı bu. faiz yuvası bankaya 1 TL bile kaptırmamalısınız. boykot etmek için en baş sebebimiz faiz iken biz bankacılık sistemini yeni öğreniyoruz.

boykotta malesef cadı avına döndü .boykot etmeliyiz buna varım ama her şirketten taraf olmasını bekleyemeyiz. strabuckda gidip ses sistemi bırakmak saçmalık belkş o kişi boykot etmemeyi tercih ediyor. ve orası özel mülk..malesef bunlar çok sağlıklı davranışlar değil, sürdürüle bilirde değil.b

bir olayın kökleşmeis için sürdürüle bilir olması ve organik büyümesi önemli. var olan bir vakayı dün sabah olmuş gibi hayatımıza aldık ve bir anda büyük heycanlarla ilerliyoruz. heycan güzeldir ama sürdürmek için fikir gerekir.

Ortadoğu neresidir, neler olmuştur bilmeden olanları anlamak mumkun değil. bunları öğrenmek için vakit ayırmamız gerekiyor.

birde bazıları tarafından küçümsenen ama bizim dinimizin olmazsa olmazı dualar var. dua ordusunu bırakmıycaz. dua dua dua. dua tesbih zikir ne varsa onlara manevi olarak yollayacagız inşallah. mesela arkadaşlarımız toplanıp gazzeli kardeşlerimizin işleri kolaylaşssın diye Afrika’da kurban kestirdiler.

birde infak meselesi var .her zaman bizden daha iyi durumdakilerin bişeyler yapmasını bekliyoruz ama o iş öyle değil..bizim bir kitap grubumuz var ve haftanın iki günü Filistin yararına satış yaptık. kitaplar kıtaplıkda beklemekdense birileri daha uyguna sahip olup okuya biecek ve geliri Filistin’e gidecek. o kişide kullanmadığı bir eşyanın yükünden kurtulacak. bu işte zararlı çıkan hiç kimse yok. bu tip şeylerle bizlerde katkı sağlamalıyız. edilgen değil etken kişi olmalıyız. ruhumuza iyi gelecek olan bu

gayesiz insancıklar

yakın zamanda bu belgeseli izledim..uzun yaşam popülasyonun fazla olduğu bölgeledi inceleyerek neleri naısl yaptıklarını incelemişler. beslenmek, saglıklı çevra, dini inanç ve olaganımda egzersiz olmak üzere 4 ana başlığın etkin olduğunu görmüşler..

belgeselde ne anlatılıyordan ziyade bende ne gibi düşünceler ve duygular uyandırdı onu yazmak istiyorum. yakın zamanda 45 yaşında emekli olanların sevinçi olamayanların ise kızgınlığına maruz kalmış bir toplumuz.eyt başlı başına bir saçmalık. emeklılık kavramının tarihde olmadığını düşünüyorum. belgeselde de insanlar ilerleyen yaşlarına rağmen kendi işlerini görüyorlar, zihin ve bedenleri berrak. yaşlandık diye toplum dışına koymamışlar kendilerini. emeklılık buyuk bir saçmalık ve insanı hasta eden bir şey. yapılan araştırmalara göre insanlar emekli oldukta kısa süre ölen ınsna sayısı çok fazlaymış.amaçsızlıl, gayesizlik öldürüyor. öldürürse iyi öldürmezse süründürüyor. amaçı olmayan insan depresyona giriyor .

konfor toplumları ifsad eden sonunda cürüten yıkı bir güç. konfor artıkça sağlıksız beslenme, tembellik ve amaçsızlık artıyor. tek amaçımız yemek yemek ve TV izlemek olmamalı.

ınsan bedeni ve zihni çalışmadığı zaman körelen ve hatta kendi kendini yiyen bir yapıya sahip. bedenimiz ve zihnimiz için eğzersiz yapmamız lazım..bunun içinde tetikleyici güç insanın bir gayesinin olması. maddiyat dışında , sonsuzluğa kapı aralayacak bir amaçı olmalı insanın..

malesef toplumumuzda parası olduğu halde beslenmeyi bilmeyen insan yığınları ile dolu..beyin ve beden eğzersizi sıfıra yakın. konforun getirdiği temelliği bir lüx ve nimet olarka görüyoruz. bunlar nimettir ama eğer haddi aşarsa herşey gibi koca bir belaya dönüşür.

malesef ki biz artık tembel, sağlıksız beslenen, insan ilişkşler zayıf ve gayesiz bir toplumuz . toplumda bunların zıddı olannsanlar olsa da kahır ekseriyette bu dört bela mevcut. yaşlılarımızın büyük çoğunda bunamalar başladı. bu insanların çoğu taşra kökenli peki konforun içine doğan bizlerin akibeti ne olacak hiç düşünüyor muyuz?

bencillik

cahilinden okumuşuna kadar her kesimden topluma dalga dalga yayılan bir iç buhranlar, gerginlikler, korkular, mutsuzluklar var.

insanları dinliyorum konu dönüp dolaşıp bencilliği çıkıyor.en iyisi bende olsun, en çok benim istediğim olsun, ben ne istiyorsam o olsun. ama bu dünyada tek sen yoksun. başkaları var ve senin onlara karşı görevlerin var. insanlar anne babalarını, eşlerini, kardeşlerini, çocuklarını önemsemiyor sadece kendi dedikleri var. bu ve bencillik cimriliğide beraberinde getiriyor. çocugunu kendi mali gıbı gorup benim dediğimi yapacak fikrini de bencillikten kaynaklı. benim param başkasına bir simit alacağıma aman ben kendi ıstedıgımı alayım. neden? çünkü ben daha önemliyim bu insanların para ile olan ilişkisi maddi durumu değişse de değişmiyor. hep aynı. ben benim param benim isteklerim..bu insanlar hayatın merkezine kendini koymuş ve orda başkasına yer yok. duygu yönünden de cimriler. benim duygularım. tek ben kırılırım. başkası hiç kırılmasın..tek benim duygum, fikrim doğru. hayatının tam merkezini kendisi işgal ediyor ve başkasına yer yok orda

keşke

geçenler de konuşurken fark ettim ; herşeyin en iyi ihtimalını düşünüyoruz. düne dair yapamadığımız ya da farklı tercihde bulunduğumuz ne varsa hepsi için böyle olmasyadı daha iyisi olurdu diye düşünüyoruz. mesela o evden taşınmasak DHA iyi olurdu diyoruz. belki o evde otursak dha kötü şeyle olacaktı. şu okulu okusaydım daha iyi olurdu diyoruz. ama belki o okulu okusak daha kötü şeyler olacaktı. olan şeyde hayır vardır. eskiler ne güzel demiş: olduysa ala olmadıysa ala nur ala.

düne dair olmamış olan, herşeyi, sözde kaçırılmış fırsatlar olarak görüyoruz. belki de dün bu tercihi yapmasaydık daha kötü şeyler olacaktı. kendimize hep en iyisini yakıştırıyoruz. en iyisi en güzeli …

birde hangş koşulda olursak olalım ben en iyisini yapardım diyoruz. düne dair hayallerde hepimiz çok iyiyiz. ama insan biraz düşününce fark ediyor ki aslında dün o kadar da başarılı değildik. ve dün olan herşey bizim için hayırlısı öyle oldugu için oldu.

bunu en çok kendime diyorum. hayatımla ilgili farklı varsayımları düşünürken hep daha iyisi olabilirdi neden yapmadım diyorum..sonra uzun uzun düşünüyorum ve iki sonuça varıyorum. birincisi zaten ben o an yaptıgımı gücüm ona yettiği ve aklen ona yakın oldugum için yaptım. ikincisi o şey benim için hayırlısı olmaya da bilirdi. malesef “hayırlısı buymuş.” cümlesi hayatımızdan çıkınca mutsuz oluyoruz

evet tercih var ama kaderde var. hayırlısı var. bazen şer bildiklerimiz de hayır banzem hayır bildiklerimiz de şer var. Allah bizi ne için yarattı ise bize ona sevimli kıldı.

rabbim sana hamd olsun. bize kaderimizi sevdir ve bizi kaderimizden razı olanlardan eyle amın

Ateşle

0 not